Nisan Kumru ile Radyoculuk röportajı

('haberburada.net 7.12.2015)
Nisan Kumru, amatör olarak oyun yazarlığı ve tiyatro oyunculuğu yaptı.  Hikâye kitabı Üçüncü Çekmece, 2006 yılında (Dergâh yayınları) yayınlandı. Marmara FM’de (İstanbul) çalışırken hazırladığı Hasbelkader Sitesi adlı komedi radyo dizisi (Arkası Yarın), 78 bölüm yayınlandı. Oyun, 2006'da RAYAD'ın düzenlediği Radyonun Yıldızları yarışmasında Radyo Tiyatrosu dalında ödül aldı. Diyanet Radyo’da spiker, drama Yönetmeni olarak çalışıyor. Belli bir süre TV programı yapsa da genellikle radyoculuk yaptı. Belgesel, sinema filmi, Anlatı CD’leri, tanıtım ve reklam filmi seslendirmelerinde yer aldı. Spiker adaylarına, özel dersler verdi.  Diyanet Radyo’da program seslendirmelerinin yanı sıra, Radyo Tiyatrolarında (drama yapımlarda) oyunculuk ve seslendirme yönetmenliği yapıyor. Bazı belgesellerde sesli kitap projelerinde, reklam ve tanıtım filmlerinde seslendirme yapmaya devam ediyor. Arapça unsurların (sözcüklerin) Türkçeye geçişte yaşadığı ses değişimleri ve telaffuz problemleri üzerinde derleme çalışmaları yapmaya devam ediyor.
Siz kendinizi nasıl anlatırsınız?
73’te doğdum. Seydişehir’de yaşadım. Erzurum’da okudum. Erzurum, Malatya, Gaziantep, Konya ve İstanbul’da radyocuydum, Ankara’da radyoculuğa devam ediyorum. Kuruluşundan beri Diyanet Radyo’da drama yönetmeni ve yapımcı spiker olarak çalışmaya devam ediyorum. Radyo tiyatroları, arkası yarınlar, diğer radyo programları ve seslendirmeler yapmaya; çalıştığım alanla ilgili bilmediklerimi öğrenmeye, iyi bildiğimi düşündüklerimi kendimce yazıp çizerek, paylaşarak, video yaparak öğretmeye devam ediyorum.

Radyoculuk nasıl başladı?
1994’tü. Erzurum’da sağlıkla ilgili bir yüksekokulu bitirmiştim. İş aramaya başladım. Fakat çaldığım kapı bir hastaneninki değildi. Özel radyolarından birinin demir kapısı önüne getirmişti ayaklarım beni. “Çalışmak istiyorum” dedim. Elle yazılmış bir reklam metni vardı, “oku bakalım” dediler okudum. “Tamam, yarın gel başla” dediler, başlamış oldum.

Bu bir tesadüf mü sizce?
Bir işi rastgele bulmayız, bir fikir tesadüfen aklımıza düşmez. Bir eseri durup dururken ortaya çıkarmayız. David Eagleman’ın, Incognito’da beynin çalışma biçimiyle ilgili yazdıklarını okuyunca bir kez daha inandım buna: fikir aniden parlayıvermez kafanızda.  Bir yerlerde, bir zaman, bir karar verirsiniz, dönüm noktası olmuştur o sizin için. “Tüm bunlar o birkaç saniyelik zaman diliminde ortaya çıkmış değildir.” der Eagleman. Siz bir zamanlar, o fikre giden yola bir adım atmışsınız, bir şeyi arzu etmişsiniz, bir yönü seçmişsinizdir. Beyniniz size fark ettirmeden, alttan alta o konuyla ilgili çalışmaya başlamış onu olgunlaştırmak için veri toplamaya devam etmiştir.
Yani, bir anlık o buluş, beynin uzun süreli çalışmasının bir eseridir. Söylemek istediğim; Bir zamanlar ortaya çıkan istidadım, dinleyince sevdiğim şeyler, kurduğum bir hayal olgunlaşarak beni o kapıya götürdü.
“Şans, fırsatlara hazırlıklı yakalanmaktır” diye sevdiğim bir söz daha var. Bir yolu seçtiyseniz, onun için bir takım içsel hazırlıklar yapmışsınızdır mutlaka. Bazen kafanızda bir fikir belirir; “şuraya bir gitsem mi, bu adama içten bir selam versem mi, şu kuruluşa biraz para bağışlasam mı, mikrofonda konuşmak güzel olsa gerek…”
O an, onunla ilgili bir adım atarsınız yahut “aklıma geldi ve aklımdan uçtu gitti” dersiniz.  O an o fikir size sunulmuş bir fırsattır. Belki rahmanîdir. Bilemezsiniz. Seçimlerimizle yargılanırız. Aklınıza gelenin ‘hayr’ olduğunu düşünüyorsanız, fikir uçup gitmeden, onun için bir şeyler yapmak cesareti azmi sönüp gitmeden kapıdan içeri girmelisiniz. Benim için hayırlı bir karar olduğunu düşünüyorum, inşallah akıbet de hayır olur.

İlk yayında ne vardı?
Sabah gazete okuma programıydı. İki ağabey sunuyordu. İzleyip alışmam için stüdyonun akvaryum kısmına aldılar. Çıt çıkarmadan oturdum, her hareketlerini dikkatle takip ettim. Sonra müzik arasında önüme bir yazı koydular “bunu da sen okuyacaksın” dediler. Canlı yayındayız düşünebiliyor musunuz, izleyeceğim bakacağım öğreneceğim diye gitmişiniz halbuki.. Soğuk suya, havuza direk atlayarak alıştırmak bu olsa gerek.


Metni hatırlıyor musunuz?
Evet, Fehmi Koru’nun köşe yazısıydı. Radyoda yayın hayatım Koru’yla başladı yani. ‘Ne yazıyordu’ derseniz, hiçbir şey hatırlamam mümkün değil. Titrememi bastırmaktan, bir an önce yazının sonun getirmeye çalışmaktan, ne okuduğumu bile bilmiyordum. Masadaki camın altında ilk kazandığı paraları saklayan esnaf gibi o kaseti o yazıyı saklasaydım keşke.

Sizi daha çok hangisi tanımlar? Radyocu mu, ses sanatçısı mı?
Ses sanatçısı daha çok şarkı söyleyenler için kullanılır. Seslendirme sanatçısı yazıyor bazı arkadaşlar titrlerine, bu çok uzun boylu bir tanımlama. Ben ‘spiker’, ‘seslendirme oyuncusu’ diyorum. Oyuncusunuz ama sinema ya da tiyatroda değilsiniz. Mikrofon oyuncusu da deniyor, seslendirme ve dublaj yapanlara. Sanatçı denebilmesi için yiyeceğimiz ekmek dolu fırın sayısı çok.  Aslında ‘radyocuyuz’.  Eskiden radyoda çalışmak demek, Spikerlikten sunuculuğa, tonmaisterlikten montaj yapmaya, program hazırlamaktan sponsor bulmaya kadar her şeyi yapabiliyor olmayı gerekli kılıyordu.  Ama artık son 10 yıldır radyoculuk içinde de branşlar oluştu: spiker, sunucu, prodüktör diyoruz, teknik müdür diyoruz. Dolayısıyla ‘radyocu’ demek daha iyi duruyor üzerimizde.  

TV ve İnternet, gerçekten radyonun tahtını yıktı mı?
Belki aynı şey olmayacak ama “televizyon sinemayı bitirdi mi bitirmedi mi, CD/DVD sinemayı bitirdi mi, İnternet haber siteleri ve e-gazete gazeteyi bitirir mi bitirmez mi, e-book okuyucular, kindle’lar kitapları bitirecek mi” diye hep soruldu/soruluyor.  
Zaten, üstünde dantel işlemeli örtü bulunan ahşap radyodan ma’aâlie toplanıp radyo tiyatrosu dinlenen; “susun başlıyor” denildiğinde herkesin pür dikkat kulak kesildiği, ajansların dinlediği kıraathaneler yıllar önce yok oldu. Hatta böyle televizyon ortamları da azaldı; baba, televizyonun başında film izliyor, hanım başka bir televizyondan dizi izliyor, oğlan telefondan video açmış dünkü diziyi izliyor, kız çocuk telefondan video izliyor. Birlikte ancak yemek yiyebiliyoruz. Eğlence bile bireyselleşti.
Yine de bir şey anlatayım; Bir dinleyicimiz Diyanet Radyo’da yayınlanan arkası yarınları radyonun başına oturup ailece dinlediklerini anlatmıştı. Yani yine de var diyelim, öyle ortamlar.
Soruya dönersek, evet tahtı sarsıldı, özel televizyonlarla birlikte radyonun. TV ve internet elbette etkiledi radyoyu, radyo evlerden çıktı ceplere arabalara hapsoldu bir nevi. Ama bu disketin, kasetlerin CD /DVD sürücülere dayanamayıp bitmesi yahut DVD’lerin de bir gün USB belleklerden dolayı bitecek olması gibi bir şey olmasa gerek. Radyo sadece bir nostalji figürü olmayacak bence. Çünkü içinde hep bir giz barındırıyor. TV karşısında avantajları var. Radyolar da boş durmuyor, insanların radyo dinlediği Drive Time dediğimiz işe gidip işten çıkış saatlerinde daha kaliteli daha ilgi çekici programlar yapmaya çalışıyorlar.  Yine de mutfaklarında radyonun açık olduğu evler. Radyonun sesiyle yastığa başını koyan insanlar yok değil.  
Ülkelerin köklü radyoları var, yıllardan beri de programlar yapmayı sürdürüyorlar. Televizyonda haberler oluyor diye haber sunmaktan vazgeçmiyorlar. Amerika’da başkan Amerikan radyosuna özel demeç verebiliyor.  İnsanlar savaşları radyodan öğrendiler. Radyoda hep bir giz kalacak. Sesin imaja üstünlüğü hep olacak. Romandan filmleştirilmiş kitaplar var. Romanı da okumuşsanız bu film size tat vermiyor; neden? “A ben burayı böyle hayal etmemiştim, bu karakter bu olmamalıydı” diyorsunuz.  Radyo oyunlarını dinlerken mesela dizi ve filmlerde bulamayacağınız bir giz, bir haz var. Dinleyene sadece ses ulaşıyor. Hiçbir şey hazır değil, dinleyen, dekoru kendi kafasında kuruyor, oyuncuların yüzlerini çiziyor, hareketlerini veriyor, oyuncuları konuşturuyor. Yani zihin tiyatrosu bu, oyuncu yönetmen dinleyici ortak yapımı bir eser… Soyut düşünebilme yeteneği, hayal edebilme yetisi televizyonla iyice köreliyor. Çocuklarımız emek harcamadan seyrediyorlar. Malzeme hazır sunuluyor. Yani balık tutmayı öğrenemedikleri için sürekli beslemek gerekiyor onları. Radyo dinlemenin hayal etmeye düşünmeye üretmeye katkısı yadsınamaz. Yapabilirlerse ebeveyne tavsiyem, çocuklarına radyo tiyatroları arkası yarınlar yahut sesli oyunlar dinletsinler. Sesli romanlar dinletsinler. 

Tahtı sarsıldı deyince aklıma geldi; gün gelecek spikerlerin mesleğini de elinden alacak, onların tahtını da sarsacak bir teknoloji geliştirilebilir mi?
Zaman zaman arkadaşlardan duyuyoruz, “bu seslendirme robotları her yazdığını okuyabiliyor, bazı sesler veriyoruz bizi değişik değişik konuşturabiliyor, acaba gün gelir bizim işimizi elimizden alır mı bu teknoloji.” diye soruyorlar.  Bu alanda sanayi inkılabının neden olduğu gibi bir sonuç elbette beklenemez, son derece karmaşık ve belki milyonlarca algoritma üretmek gerektirecek olan konuşma yetisine sahip sistemlerin geliştirilebileceğini sanmıyorum. Olsa bile asla insan konuşmasının yerini tutamaz. Duygulanabilen duyguyu yansıtabilen bir yazılım gerekecek o zaman.  

Ses yeteneğinizi ne zaman nasıl keşfettiniz?
İlkokulda bir Hacivat karagöz oyunu yazmıştım. Sınıfta bir arkadaşı zorla razı ederek metinden okuyarak oynamıştık öğretmenin karşısında. Orada ben Hacivattım galiba ve rayoevinde çalışıyordum. Eskiler stüdyo bilmezdi radyoevi derlerdi. O zamanlardan bir istek varmış demek ki.  Bunun dışında hiç ortalıkta görünmedim ilkokulda orta ve lisede. Şöyle bir espri var: Edebiyat öğretmenim benimle çok ilgilenirdi benim yeteneğimin farkındaydı ve bana dedi ki,    
“Akşam bize gel, kömür taşınacak da.”  Beni keşfeden öğretmenim olmadı. Onlara şiir okudum programlara, temsil ve müsamerelere beni de alın dedim, Ama hiç kimse almadı. İçimde uhde de kalmış olabilir. Çocukluğumun büyük bölümü televizyonsuz geçti bu yüzden belki bu boşluğu radyoyla doldurduk. O güzel radyo günlerini yaşayarak büyüdüğüm için şanslı kuşaktanım. “Ah nerde azizim o eski radyolar” diyebilecek yaştayım. SHARP marka hacdan getirilerek bize hediye edilmiş bir teybimiz vardı. Mahalleden arkadaşlarla yahut akrabadan akranlarım gelince, organize ederdim topluca film gibi radyo tiyatroları yapar kaydederdik. Hatta efektlerini bile canlı yapardık. Yine çocukluğumda radyonun içini söküp iyice incelediğimi hatırlıyorum.  Kitapları sesli okurdum bazen, bakardım hoşuma giderdi bu okuyuş. Arkadaşlar hatta “şunu spiker gibi okuma, düzgün oku” derlerdi. Üniversiteyi bitirip radyoda çalışmaya başlayınca, akrabalar arasında muhabbet şuydu “e ne iş yapacaksın artık, okul da bitti?” “Ben radyoda çalışıyorum.” “Canım! Biz iş diyoruz..” Yani radyoculuk o yıllarda işten sayılmazdı. “Sen de ah bir sigortalı iş bulsan da ekmeğini eline alsan” denirdi. Biraz haklılardı. Çünkü çok zor mali şartlarda, kıt kanaat geçinerek bu işi sürdürdük yıllarca. Ama sevmiştik bu her şeye değiyordu. Mesleğe beraber başladığımız dostlarla da yollar ayrıldı bir bir… Onların tamamı nerdeyse öğretmen oldu. Sadece ben varım galiba bu işi yürüten. Ama radyoculuk virüsü onları hiç rahat bırakmadı. Bir ucundan mutlaka radyoculuk yapmaya çalıştılar yine hobi olarak da olsa.

“Hasbelkader Sitesi”nden bahseder misiniz biraz?
Marmara FM’deydim. Genel Müdürümüz Mustafa Cihat’tı. Bana, “radyoda serbest olsan ne yapmak isterdin” dedi. “Aslında radyo oyunuyla uğraşmak isterim dedim. Hafta içi her gün yayınlanan Radyo sit-com’u Hasbelkader Sitesi böyle başladı. Oldukça güzel oyunlar çıkardık hepimiz oynadık dışardan seslendirme sanatçısı arkadaşlarla da çalıştık. Hatta İbrahim Sadri, Ümit Aktan, Emine Beder abla oyunda konuk oyuncu olarak kendilerini oynadılar. O zamanlar AB müzakereleri gündemde yoğun olarak konuşuluyordu. Biz de bir sitenin Avrupa Siteler ve Apartmanlar Birliğine üyelik müzakerelerini anlatan bir komedi yapmıştık. Türk tarzının Avrupa tarzına uyumunda yaşadığı çatışmayı mizah unsuru olarak güzel işlediğimizi düşünüyorum. 78 bölüm yaptık. Hatta tv dizi olarak tekliflerde sunmuştuk. Sonra ne hikmetse benzer konseptte bir dizi peyda oldu, bizimkinden çok sonra. Neyse oraya girmeyeyim.        

Nisan Kumru deyince akıllara neyin gelmesini istersiniz?
Kelimelerle uğraşıyorum. Kelimelerin doğru telaffuzlarıyla ilgileniyorum. Bu alanda biraz mesafe aldırabilirsem insanlara, fazladan birkaç şey öğrenmiş olmalarını sağlayabilirsem meslektaşlarımın, bu benim için iyi bir şey. Sesimle iyi eserlere hayat verebilirsem, bu da bu kubbede hoş bir sadâ olur inşallah. Mesleğimle ilgili yazılı sesli çalışmalar yapıyorum onlar da hayata geçerse bir sadaka-i cariye olur diye düşünüyorum benden sonrası için.
 
Radyoculuk mesleğini düşünen gençlere ne önerirsiniz? Nereden başlamalılar?
Her meslek mensubunun alanıyla ilgili mutlaka birkaç kitabı oluyor evinde. Spiker adaylarının, seslendirme adaylarının, güzel konuşmak isteyenlerin de olmalı kitapları. Diksiyon eğitimiyle ilgili birkaç kitap en azından… Türkçe sözlük. Ferit Devellioğlu Osmanlıca Türkçe Lügatleri olsun mutlaka. Ayrıca TDK’nin ve Kubbealtı lügatinin internet siteleri var. Şener Mete hocamızın telaffuzları vurguları gösteren Konuşturan Sözlük’ü var. Bunlar sürekli başvurdukları bir kaynak olsun. İletişimden mezun olan arkadaşlarımız genellikle tecrübe sahibi olmadan mezun oluyorlar ve bu sebeple iş bulmak zorlaşıyor kendileri için. Sadece okul dersleriyle yetinmesinler alanlarıyla ilgili birçok kitap var. Mutlaka okusunlar.  İnternette de, video diksiyon dersleri var, şan dersleri var. Bunlar çok iyi imkânlar. Bizim zamanımızda yoktu. Bizim birkaç ayda ulaşabildiğimiz bir bilgiye bir günde ulaşılabiliyor şimdi. Şimdi radyo programı bile var. Diyanet Radyo’da TRT Baş spikeri Şener Mete hocamızın Söz Sanatı programı var ki bu bilgileri kurslarda derli toplu bulmak mümkün değil. Bu programı mutlaka takip etsinler. Mutlaka sesli okuma çalışması yapsınlar. Hatta seslerini telefonlarına kaydetsinler. Kurs imkânı olanlar, seçerek iyi kurslara gitsinler. Öğrendikleri kuralları kitap metinleri üzerinde bulmaya çalışsınlar. Ustaların seslendirmelerini şiir yorumlarını bulup onları dinlesinler. Bilgi çok, yol çok, emek de biraz olsun.   

Takipçileriniz size hangi kanallardan ulaşsınlar? Web site/facebook adresiniz nedir?

Web sitem, nisankumru.com. Henüz hazırlık aşamasında olan seslilugat.com diye bir çalışmam var, özellikle Arapça Farsça kelimelerin tamlamaların ve deyimlerin telaffuzlarını ve anlamlarını içeren bir çalışma. Dinî terimlerin, Türkçenin ses imkânlarıyla doğru telaffuzlarıyla ilgili bir çalışmam var. Tüm bunlar tamamlanınca sosyal medya hesaplarımdan duyuracağım inşallah. facebook.com/nisankumru’dan takip edebilir dinleyenlerimiz. Diksiyon derslerimi de youtube.com/nisankumru kanalından yayınlıyorum.     

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Irak mı, ıırak mı; Nasıl telaffuz edelim?

Ahilik, asa, aşçı; nasıl telaffuz edilmeli?

'Hiçbir iyilik cezasız kalmaz' ne demektir?